Karton Ev



eski eşyaları kurcalarken 15 sene önce yaptığım karton evi buldum. hey gidim, 90'larda çocuk olmak...

aslında bu "oyuncak ev" oluşumunun daha kalitelileri o dönemin toys'r'us'larında satılıyodu ama bütçe yetmiyodu onlara. anca gazetenin verdiğini alabiliyoduk.

bunların verilmesinden 2 hafta filan önce televizyonda reklamları başlardı. fonda looney tunes çizgi filmlerinden bir müzik ve ekranda, elinde kartonlarından henüz sökülmemiş evlerle konuşan yaşlı bi amca vardı. "çocuklar müjde!!!!! bilmem ney gazetesinden size bir büyük hediye daha! kolayca kurabileceğiniz, kurduktan sonra üzerinde tepinip saçma sapan hareketler yapabileceğiniz, hatta zor zamanlarda kiraya verebileceğiniz bir ev sahibi olmanız çok ama çok kolay! cumartesi bilmem ney gazetesi ile bilikte sadece bilmem kaç lira... " tam o sırada araya musmutlu bir çocuk girerdi. lan ama yok yani öyle bi mutluluk. amcamın bana 36'lık mon ami pastel boya aldığı gün bile o kadar mutlu değildim ben... mal gibi bağırıyodu; "holeeeey, artık binim de bir evim vir!!" biz de daha mal gibi kanıyoduk o çocuğu görünce. "az daha büyüyünce işe de girerim, bi şekilde kıt kanaat geçinirim ben o evde" diye hayaller kuruyoduk. sonradan anladık reklamı marketing'i filan. allah seni bildiği gibi yapsın o mutlu çocuk. seni hiç unutmicam o mutlu çocuk. evin yansın o mutlu çocuk...

ilk çıktığı gün koşarak gazete bayii'ne gittim. emine beder'in ve kafasındaki garip şeyin fotoğrafının bulunduğu yemek tarifi eki ile birlikte karton evimi aldım. sonra kırtasiyeden bi heves makas, uhu vs. aldım, oturdum kartonun başına. ama kinder surprise gibi kolay değil tabii. kesilecek yerleri 1001 dikkatle, 1001 zorlukla, 10.001 titizlikle kestiğim anları dün gibi hatırlarım. (durup dururken bi binaya bakıp "buraya ne kadar beton gitmiştir acaba" diye niye düşündüğümüzü sormayın işte; inşaat sektörüne ta o zamanlar dahil oluyoruz)

uğraştım, didindim, birleştirdim. 4.5 saat sonra evi yaptım. ama o da ne?! bu evin yarısı yok lan?! banyoyu filan yapmışım mis gibi ama evde oturma odası yok, ne bileyim yatacak yer filan yok. bildiğin mecidiyeköydeki umumi tuvalet gibi oldu ev. sırf banyo. efkarlı efkarlı tv'yi açınca, hayattaki ilk hayal kırıklıklarımdan biri ile karşılaştım: "çocuklar, çok beğendiğiniz evin devamı yarın bilmem ney gazetesi ile birlikte sadece bilmem kaç lira"

şimdi gel de ertesi güne kadar bekle. o dönem kefil filan da yok konut kredisi çekmem için. kkdf, bsmv... bilmiyoz hiçbirini, o gün kaldı ev öyle. sonrasındaki 5 gün boyunca aynı süreci tekrar ettim. tüm o hüzünler, tüm o emekler dandik, salak saçma kanepeleri olan garip bir ev içindi... bitti ev. 3 gün masamda durdu. bizim evde o zamanlar var olan rutubet benim eve de vurdu, iyice dandikleşti ev. sonra rulo yapıp kenara köşeye attım. gayrimenkul ile bir yere varamayacağımı anladım, hemen sonra araba işine girdim o dönem. neyse, uzun hikaye...

neticede karton ev salakça bi şeydi işte. çoluğunuza çocuğunuza özendirmeyin. çocuğun hayalleri ile oynamayın. günahtır.

not: 5 gün boyunca evi yapayım diye saatlerce uğraştığım için, bir ara uhu bağımlısı oldum. nasıl pazarlamışlarsa artık o dandik kağıt parçasını, az kalsın hayatım komple güme gidiyodu. futboldu bankaydı filan, sonradan toparladım kariyerimi. hee bi de; ocağın sönsün o mutlu çocuk...




nihato
04.10.2013

Wwwwwwayne Rrrrrrooney!



Her işte bir hayır vardır derler. Blog'a yeniden bir şeyler karalamak için böylesi bir ana şahit olmak gerekliymiş.

Temelde hissettiğim duyguyu en başa not edeyim çünkü yazdıkça kendimi ikna edip o limandan baya uzaklaşıyorum: Tuttuğunuz takımın formasını 10 sezon giymiş, 401 maç oynayıp 197 gol atmış ve 27. yaşından gün aldığı şu dakika itibariyle, kulüp tarihinin en golcü oyuncusu olmasına 52 gol kalmış bir oyuncu hakkında olumsuz bir şeyler karalayacak olmak yeterince üzücü. En kurtarır haliyle hayal kırıklığı.

Bununla birlikte, Rooney meselesi hakkında günlerdir yaşadığım duygu karmaşası sonrası, artık hislerimi daha net tanımlayabilir haldeyim. Kasedi en başa alayım...   


İlk Hata 

26 Eylül 2010. Wayne Rooney, Reebok Stadında Bolton Wanderers ile oynanan maçın 62. dakikasında sakatlık sebebiyle oyundan alınıyor ve ayak bileğine uzunca bir süre buz tedavisi uygulanıyor. Sir Alex maçın ardından, "iyileşmesinin 2-3 haftayı bulabileceğini, dolayısı ile 3 hafta sonra İngiltere milli takımının oynayacağı Avrupa şampiyonası ön eleme maçı için şüpheli durumda olduğunu" söylüyor. Rooney sakatlığı sebebiyle Valencia ve Sunderland maçlarını kaçırıyor. 3 hafta sonra kendisine sakatlığının ne durumda olduğu ile ilgili mikrofon uzatıldığında, "Bileğimde herhangi bir sakatlık yok" yanıtını veriyor. Hocasının henüz 20 gün önce neden böyle bir açıklama yaptığı kendisine sorulduğunda ise, Rooney'nin cevabı daha da ilginç oluyor: Bilmiyorum. 

19 Ekim 2010. Rooney, o dönemlerde gerek ciddi formsuzluğu (Ligde 8.hafta oynanırken 4 maçta 1 golü vardı, o da penaltıdan), gerekse de eşini aldatması sonrası oluşan şiddetli medya baskısı sebebiyle moralman zayıf durumda. 4 gözle Wayne'in bir an önce eski formuna kavuşmasının beklendiği bu dönemde Sir Alex, Bursaspor maçından 1 gün önce "Rooney'nin takımdan ayrılmak istediğini" söyleyip tüm futbol dünyasını şok ediyor. Mevzunun detayları daha da takla attırıcı cinsten: Rooney söz konusu talebini Mart ayında dile getirmiş ve o günden bu yana kendisi ile yapılan görüşmelerden hiçbir sonuç alınamamış. Ayrılık sebebi ise "Manchester United'ın gelecek hedeflerinin yetersizliği ve artık iyi oyuncular için cazibe unsuru teşkil etmemesi"

Standart seviye bir sempatinin çok ötesinde, bildiğin Manchester United taraftarı olan birisi olarak, kulüp hakkında ciddili veya geyik zilyon tane şey düşünmüş, sorgulmış, fikir yürütmüş, hayal kurmuş bir insanım. "Solskjaer'in kariyerini bitiren diz sakatlığının, 99 CL finalinde attığı efsane gol sonrası dizlerinin üzerinde kayarak yaptığı sevinçte oluşan bağ zedelenmesi ile başladığı" teorisini duyduğum ilk anda, içimden "hassktr??!" dediğimi hatırlarım. Dönemiyle alakam olmamasını geçtim, hakkında adam akıllı bir bilgiye sahip olmamama rağmen 1958 Münih uçağı düşmeseydi Duncan Edwards gelmiş geçmiş en iyi futbolcu olabilir miydi? sorusunu gece saat 02:30'da sormuşumdur, tavana veya duvarlara. v.Nistelrooy 2003'te Arsenal maçındaki penaltıyı gol yapsa o sezon ne olurdu? Diego Forlan neden sadece £3m'a satıldı? Anderson geldiğinden beri neden AMC değil de MC olarak oynatılıyor?

Ferguson Manchester United'ının hedefleri ve hedeflerine ulaşmak konusundaki yaklaşımından bahsediliyorsa, ölene kadar düşünülse dâhi tereddüt edilmeyecek bir cevapla karşı karşıya kalınır. Şahsımın amatör taraftar ahkâmı bir yana dursun, hele bir de bu kulübün futbolcusuysanız, bunu görmek oldukça kolay olmalıdır. Bay Rooney aidiyete dönük bir bakış açısından rahatsız olur da bu gerçeği idrak etmekte hala zorlanırsa;  2 yılda bir kendi aralarında döngü yapan ancak United'ı hiçbir zaman zirve yarışından aşağı indiremeyen rakiplerine, Premier Lig'de 20 yıldır Manchester United'ın şovunu izlemekten bıkmış olan ve bu sebeple son dakika gollerini, Giggs'in sol bacağını, Fletcher'ı, otu, boku, çükü hakemlere - şansa bağlayan rakip taraftarlara ve onların "bittiler" dedikleri sezonlarda O'Shea ile şampiyon olduğumuzda yaşadıkları dumurlara filan bakabilir, feyz alabilirdi.

Rooney'nin yaşadığı akıl tutulmasına geri dönelim. Alex Ferguson her ne kadar "Rooney'nin bu isteğine anlam veremediğini ve her şeye rağmen kapıların ona tamamen kapanmadığını" dile getirip politik oynasa da, o an zihnindeki şablon belliydi. Rooney'nin öne sürdüğü sebeplere karşı, her daim inandığı ve uğrunda nice yıldızların biletini kestiği "Takımın oyunculardan önce geldiği" gerçeğine inanmaya devam etti. Kurt hocanın kendisine neden Sir ünvanı verildiğini ispatlayan bol ayarlı basın toplantısını unutmak mümkün değil. (Orjinal Metin) Nihayetinde Wayne Rooney'i kadro dışı bıraktı ve asla arkasına bakmadı. 


U Dönüşü 

1 hafta sonra... Wayne Rooney, tarihi bir U dönüşü yaparak 5 yıllık yeni kontrata imza attı. Peki 1 hafta önce Manchester United'ın gelecek hedeflerinin yetersiz olduğunu söyleyen, kendisini dünya sahnesine çıkaran kulübe, eline vermedik kupa bırakmayan menajerine ve o güne kadar kendisini ölümüne seven taraftarına rest çeken Wazza, nasıl oldu da bir anda ikna oldu? Basit: Haftalık £200K'nın üzerinde ücrete ve -FM terk- bir ton bonus'a sahip kallavi bir kontrat sayesinde. 

Mevzunun derinine inildiğinde, Jay Leno - Adnan Şenses karışımı, sonradan görme ukala bir İngiliz adam silüeti beliriyor. Bu adamın, Wazza'nın eski kontratında yer alan ve FIFA'nın s..imsonik şekilde yürürlükte tuttuğu -The Webster Rulling- kapsamı dahilinde olan "Son yılında, alacaklarını kulübe bırakıp ayrılabilir" maddesiyle kulübü tehdit ettiği anlaşılıyor. Üstelik tam da "Love United Hate Glazer" kampanyasının zirvede olduğu, taraftarın amerikalı sahiplere olan nefretini düzenli olarak beyan ettiği ve yine bu yüzden bir çok taraftarın tüm bu Rooney mevzusunu "yönetim başarısızlığına" yontmasına sebep olan günlerde... Adam öylesine fesat ki,  bir yandan City ile Rooney'nin arasını yapmaya çalışırken, diğer yandan taraftarın o dönem ki hissiyatından faydalanıp, ayrılığın suçunu kulübe/hocaya yıkmaya çalışıyor. Kısacası tüm bu süreci oyuncuyu pazarlama fırsatı olarak kullanıyor. Kim bu adam: Wayne Rooney'nin kendisinden daha denyo olan temsilcisi Paul Stretford.


Paul Stretford'un yarattığı skandalları, sayısı hatırlanmayan yasa dışı vukuatları ve usülsüzlüklerini dillere destan. Yargılandığı dolandırıcılık davasında, Rooney 17 yaşındayken kendisi ile yaptığı ilk anlaşmada oyuncuyu ve ailesini kandırıp  sahte evraklar imzalattığı ve bu sayede kazancın önemli bir kısmını şirtketi üzerine aldığı ortaya çıkan, temsilcisi olduğu oyuncuyu transfer görüşmeleri sırasında evinde ağırlayıp kira ücretini oyuncunun gelirinden düşen, özetle oksijen israfından ibaret olan bu adam hakkında internette çok kısa bir araştırma yaprak bahsettiğim olaylar hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.

Man Management konusunda tarihin en büyük ustalarından biri olan Sir Alex'in yukarıda bahsettiğim politik tavrı göstermesinin ve daha önce hatrı sayılır miktarda yıldız oyuncuya yaptığı gibi onu kapı dışarı etmemesinin arkasında yatan şey, "Stretford'un Rooney'nin kafasını karıştırdığını ve onu bir çeşit PR çemberinin içerisine hapsettiğini" bilmesiydi. Yeni sözleşmenin imzalandığı gün, Ferguson'ın konuyla ilgili açıklaması gayet netti: Rooney'e temsilcisi tarafından kötü tavsiye verildiği çok açık. Aceleci davrandı ve söylememesi gereken şeyleri söyledi. Neyseki taraftarların ve şahsımın tutumu sonrası konuyu tekrardan düşündü. Hata yaptığını zaten biliyordu ve bu yüzden bir kaç saat içerisinde yeni sözleşmeyi imzaladı. Genç insanların başına bu tip şeyler gelebilir. Zaten çevresindeki bir çok kişi de ona büyük bir hata yaptığını söylemiştir. Stretford'a gelice; inanın, özellikte bu kulüpte kendisini iyi anmıyoruz. 

Peki hırsızın hiç mi suçu yok? Rooney'nin bu adama hangi akla hizmet güvendiği ayrıca sorgulanması gereken bir konu. Bay Rooney nasıl oluyor da "Daha fazla para kazanmalısın. Kazanabilirsin. Sadece Söylediklerimi yap" tarzı über seviye kurgulara kanabiliyor, anlamak çok güç. Ancak yanlışını eleştiren taraf olarak, hatayı anlıyor ve itiraf ediyor olmanın doğruluğunu da es geçmemek gerek. Nitekim Rooney geçen yaz piyasaya çıkan otobiyografisinde, sözünü ettiğim sakatlık mevzularından tutun kulübün hedeflerini sorgulaması saçmalığına kadar tüm konular hakkında suçlu olduğu itirafında bulundu. Kitapta bu konuyla ilgili fazlasyla detay ve çok sayıda vurucu cümle var ancak en özetleyici olanını yazayım: Ayrılma isteğim kariyerim boyunca yaptığım en büyük hataydı. Tüm yaşananlardan sonra, taraftarın ve kulübün bana karşı olan yaklaşımından ötürü minnettarım. Bir daha asla böyle bir şey olmayacak. United istediği sürece, futbol hayatımı burada tamamlamaya hazırım. 


Rooney Kimdir, Nedir?
 

Sonuç: hakkında yapılan iyi çocuk ama çevresi kötü tespitine mütabık olundu ve Wazza kulüp tarafından affedildi.

13 paragraflık detaydan sonra konuyu -affedildi- diye sonlandırıp huzura kavuşmak saçma gelebilir. Ki bu şekilde düşünen bir kısım taraflar kendisini bağışlamadı zaten. Fakat benim de içinde bulunduğum çoğunluk bu affedişte Rooney'nin zihinsel yapısını, tabiri caizse "İçindeki çocuğu" referans aldı. Hatta, onun aslında hala küçük bir çocuk oluşunu... Sahi, kimdir Wayne Rooney?

Teknik bir özet geçelim: Rooney'nin orjini santrafor ve iyi bir forvette olması gereken tüm özelliklere önemli ölçüde sahip. Ancak onu eşsiz kılan şey alan hakimiyeti. Futbolcuların oyun sahasında adım attıkları alanlar ve tüm bu alanlardaki etkinlikleri göz önüne alınırsa, dünyada kendisinden daha önde olan bir oyuncu yok. Takımı duran top savunurken veya maçın son dakikalarında baskı yerken defansına yardıma gelen bir forvet oyuncusu bulabilirsiniz. Ancak 28.dakikasında 3-0 önde olduğunuz bir maçta 65 metre depar atıp kendi bekinden önce topu kapan ve kaptığı o topu 45 metrelik bir diagonal pasla açığına yollayan bir forvet oyuncusu bulamazsınız.  Oyunu çift yönlü oynayan tabiri onun için çok basit kalıyor. O sahadaysa, oyuncuların isminin yazdığı diziliş grafiğini hayal ederken, kendi dışındaki tüm oyuncuların isminin altına bir parantez açıp (+Rooney) yazabilirsiniz.

Bazı futbol meziyetlerini zihninize not edin: iyi şutör, iyi pasör, zeki, hızlı, güçlü vs. Sonra bunları paket haline getirip, sadece görev yaptığı pozisyon için tek bir tanıma sahip olan oyuncuları düşünün... Defensive Forward, Poacher, Playmaker vs vs. Daha sonra, oynadığı pozisyon için bu özelliklerin tümüne aynı anda sahip olan oyuncuları düşünün. İşte onlardan 1 seviye sonra Wayne Rooney geliyor. Rooney, hem orjini olan forvet pozisyonunda bir futbolcunun sahip olabileceği tüm tanımları adının altına yazabileceğiniz, bununla da kalmayıp bahsettiğim isnâdı ortasahanın her bölgesi için yapabileceğiniz komple bir oyuncu.

Ronaldo'yu kaybettiğinizde ciddi şekilde etkilenebilir, o an yerine daha iyisini koyamayabilirsiniz. Ancak zaman içerisinde benzer özelliklere sahip futbolcular bulabilir, takım içi rolleri yetenek portföyüne göre tekrar dağıtabilir ve söz konusu yokluğu görece yakın seviyede çözebilirsiniz. Ancak bugün herhangi bir şekilde yeni bir Rooney elde etmeniz mümkün değil. Futbolculuğu hakkında çok daha fazlasını da yazabilirim. Özetle Rooney, yıllardır altyapılarda tek tip oyuncu yetiştirdiği için uluslararası başarıdan uzak kalan İngilizler'den son 25 yılda çıkan, evrensel nitelikler sahibi tek oyuncu.

Fakat tüm bunlara rağmen, sahip olduğu saf yetenek onu "en iyi" yapmaya yetecek kadar iyi değil. Yani bana kalırsa asla dünyanın en iyisi olamayacak. E ama onu bu denli eşsiz yapan şey, şimdiye dek taraftarı ile onu kopmaz duygu bağları ile birbirlerine bağlayan şey ne o zaman? İşte asıl vurgulamak istedğim konu bu. 






24 Mayıs 2005, Newcastle United ile oynanan Premier Lig maçı. Maçın ilk yarısında Rooney'e yapılan ve Wazza'nın dakikalarca kenarda tedavi görmesine sebep olan sert müdehaleye, hakem Neale Barry faul dahi vermemişti. Maçın 54. dakikasında ise, Rooney'nin James Milner'a yaptığı görece yumuşak müdehale sarı kart ile cezalandırılmıştı. 1 dakika sonrasında Rooney kart gördüğü pozisyon ile ilgili hakeme itiraz ediyorken, P.Remage'ın kafasından seken topu havada süzülürken gördü. İleri doğru koştu ve...

Yukarıda izlediğimiz şut, az önce ifade etmeye çalıştığım yeteneğin karşılığı sadece. Ancak bizi Rooney'e bağlayan asıl şey o şutun sonrasında saklı: Az önce kendisinin ve takımının hakkının yendiğini düşünüp büründüğü zihinsel form. Gol olan topu sanki öldürmek istercesine tekrardan ağlara vurması ve pek tercih etmesek de, kuvvetle muhtemel hakeme giden bol f harfli kelimeler...

Hırsını tekniği ile birleştiren oyuncu tanımı birazcık yavan kalıyor sanki. Rooney sahip olduğu kişilik özelliklerinin tümünü futboluyla birleştiren bir oyuncu. 19 yaşında o şutu çıkarabilmesini sağlayan şey de buydu aslında. Stilistlerin çevrede fink attığı günümüz ünlüler dünyasında, hala eski tip düz kıyafetler giyinen ve sadece futbol oynamak isteyen biri. Anteramanlar dahil, her zaman ve her yerde kazanmayı hayal eden ve bu arzusunu taraftara dibine kadar hissettiren biri. Futbolla ciddi olarak ilgilenmeden önce boksör olmayı düşünmesinden midir bilinmez ama iç güdülerini tetikleyen o ateş, zaman zaman öfkeye dönüşüp özellikle 20'li yaşlarının ilk döneminde başına fazlasıyla iş açmıştı. Savrulan tekmeler, görülen kırmızı kartlar... Ancak özellikle oğlu Kai'nin doğumu sonrasına denk gelen dönemde, o ateşi reaksiyonlarına doğru şekilde kanalize etmeyi öğrendi ve zihinsel olarak da güçlü bir futbolcu haline geldi. 

Resme komple bakıp itiraf edelim:  evet mükemmel bir karakter değil, örnek alınası bir insan da değil ama taraftarın, onun her yaptığını sahiplendiği bir oyuncuydu Wayne Rooney. Aslında böylesi bir karakterin neden ölesiye sevildiğini sorsanız, teknik olarak bunu açıklamam imkansız. Kısaca taraftar psikolojisi diyeyim, anlatılmaz çünkü. Wayne Rooney, 2008 yılı Everton deplasmanında maç boyunca seyircilerin gösterdiği yoğun tepkiye karşı bir ara kale arkası tribüne dönüp United armasını öptüğünde içimde oluşan çoşkuyu tarif edemem. Kuracağım cümleler en iyi ihtimalle "fazlasıyla boş işler" olarak görünür...




İkinci Hat... Hadi Lan!
 

Meseleye geri dönelim. Sahip olduğu yetenekler ve oluşturduğu tutku bağı, aradan geçen 3 yılda taraftara o sancılı süreci unutturdu, afettirdi. Rooney "Lack Of Ambition" ithamında bulunduğu kulübüyle, olayın ardından geçirdiği 3 sezonda 2 lig şampiyonluğu ve 1 şampiyonlar ligi finali gördü. 3.lig şampiyonluğunu ise averajla kaçırdı. Zeka yoksunu sözlerinin hepsini yedi, Alex Ferguson'ın egemenliğini kabul etti, nice armalar öptü, ölene kadar buradayımlar gitti, tek amacım Charlton'ın rekorunu geçip burada efsane olmaklar geldi.

Mayıs 2013'e geldiğimizde ise bir dizi tesadüf karşıladı bizi. Şampiyonluk kupasının alındığı gün, Mr.Wayne Rooney ne tesadüftür ki tekrardan(!) ayrılmak istediğini açıkladı.

Zeminler nispeten farklı ancak konuyu dağıtmamak için bir önceki süreçle ilgili söylediklerim üzerinden gideyim: Wayne Rooney'nin geride bıraktığımız sezonu "United kariyerindeki en düşük performanslı sezon" şeklinde raporlanabilir. İstatiktikleri ise 31(6) maçta 16 gol 13 asist. Sezon boyunca görev yaptığı pozisyonu da göz önüne alırsak, "Ölüsü Yeter" şeklinde tanımlanabilecek rakamlar. Ne demiştik: Yetenek sabit.

Fakat sözünü ettiğim rakamlara rağmen, sakatlıklar ve buna bağlı oluşan kilo problemlerinin de etkisiyle, Rooney sezon boyunca zirve görüntüsünü hiç yakalayamadı. Daha da kötüsü; fiziksel ve ağırlıklı olarak zihinsel olan problemleri sebebiyle en büyük gücünü, oyunun her saniyesinde %100 olan konsantrasyonunu yitirdi. Belki de kaza geliyorum demişti. Geçen sene 4-0 kazanılan ve Rooney'nin 2 gol atmasına rağmen bitime 20 dakika kala oyundan alındığı Aston Villa maçı sonrasında Sir Alex'in yaptığı açıklamalar şimdi çok daha anlamlı geliyor: Bugün çok dikkatsizdi. Wayne bu görüntüsüyle, sadece sınırda olan bir maçta performans verebileceği izlenimi veriyor. İşler (Maç) sıradanlaştığında, herkesden daha kötü oynamaya başladı. Bu yüzden onu oyundan aldım. 

Formsuzluk dünya üzerindeki her oyuncunun başına gelebilecek bir durum. Wazza'nın böylesi bir süreci yaşamış olması ve son derece kaliteli isimlerden oluşan United hücüm rotasyonunda biraz geriye düşmesi ayıp değil. Ancak yine hangi mantıksal temele dayandırdığını anlayamadığımız şekilde, Rooney formsuzken bile bu takımda banko oynaması gerektiğini düşünüyor. Böylesi malca bir talebe, hele hele Sir Alex Ferguson'ın olduğu yerde "dur bakalım birader" derler. Sir Alex'in 26 yıllık United kariyeri boyunca, kendileri ile hiç bir iletişim sorunu yaşamamış olmasına rağmen sadece "artık istenilen düzeyde performans verememesi" sebebiyle takımdan yolladığı oyuncular listesini buraya yazmaya gerek yok. Wazza'nın akıl yoksunu tavırları ve liseli tripleri ile ilgili hakkı kendinde saklı kalabilir. Biz meseleyi aydınlatmak için, Sir Alex'in Rooney'nin 2.ayrılma isteğini ilk olarak açıkladığı röpörtajına gidelim: Ayrılma teklifini reddettik. Bence biraz kendiyle kalıp bu durumu düşünmeli. Bu sezon oyundan alındığı maçlarla ilgili memnuniyetsizliği var. Ama formda bir Wayne Rooney asla oyundan alınmaz. 

Ayrılık kararı ile ilgili olarak geri kalan olasılıklar trajikomik boyutta. Hatta yok, direkt çok komik. Medyada "İstediği pozisyonda oynatılmaması" sebebiyle küskün olduğuna dair çıkan yazıları smiley vaziyetinde okuduk. Rooney'nin aynı gazetelerde çıkan: "Sahada olduğum sürece pozisyonum önemli değil. Sir Alex nerde görev verirse orda en iyisini yapmaya çalışırım" tandanslı 15 tane açıklamasını bulabilirim. 3 sene önce bahsettiği "hedeflerin yetersizliği" argümanının nasıl yerle bir olduğunu zaten gördük. Hee bir de yine aynı dönemde sarfettiği "kulübün iyi oyuncular için cazibe unsuru teşkil etmemesi" iddiası varki, çıldırırsın! 3 gün önce iyi oyuncular ile oynayamamaktan şikayetçi olan beyimiz, Kagawa ve van Persie'nin gelişi sonrası bu kez de onların arkasında kalmaktan, her maç 90 dakika oynayamamaktan şikayetçi. Bu nasıl bir ironidir? 

Bir dizi tesadüf demiştim... 2.Geleneksel Wayne Rooney ayrılık talebinin, tıpkı önceki versiyonda olduğu gibi kontratının bitmesine 2 yıl kala gelmesi süper bir detay. Tesadüfler bununla da kalmadı. David Moyes'un, omuz sakatlığı ve buna bağlı bariz idman eksiği sebebiyle kendisine hazırlık maçlarında görev vermediği dönemde konuyla ilgili hiçbir açıklamada bulunmayan Rooney, İngiltere Milli takım kampındayken herhangi bir sakatlığının bulunmadığını söyleyip İskoçya ile oynanan hazırlık maçında görev yaptı. Ancak ne hikmettir bilinmez, maçtan sonra "Kondisyonel açıdan hazır olmadığını" söyledi. Bitmedi, takım arkadaşlarının kendisine sırtını döndüğü ve Moyes tarafından Reserve takım ile idmana gönderildiği haberleri yayınlandı. Hemen sonrasında öğrendik ki,  Rooney tedavi sürecinde henüz fiziksel kontağa izin verilmemesi sebebiyle, kendi isteği doğrultusunda Reserve takım antremanlarına çıkmış. Ayrıca tüm takım arkadaşları onun takımda kalmasını ister yönde zilyon tane beyanat veriyor. Neyse. Wazza'nın kendinden daha denyo olmayı başarabilen temsilcisi Paul Stretford'un medya ile olan ilişkilerine selamı çakıp, komplo teorileri içinde boğulmadan gidelim madem.

Aniden, asla yaşanmayacağını düşündüğüm gün geldi ve Sir Alex Ferguson görevi bıraktı. Aslında sırf bu gerçeklik bile, herhangi bir oyuncu hakkında bunca zihinsel gel-git yaşamamıza hiç gerek olmadığının göstergesi. Stadyumun önünde heykeli olan, Old Trafford'da bildiğin kendi adında tribünü olan koskoca Sir Alex gitti lan, Sen kimsin? diye geçiyor insanın içinden.

Yeni menajer David Moyes'un neredeyse her gün ifade ettiği üzere, kulüp Wayne Rooney'i satmak istemiyor. Ancak Moyes'un Everton döneminde altyapıdan A takıma çıkardığı eski öğrencisi ile olan ilişkisinin mükemmel olduğunu söylemek de zor. Rooney hakkında sarfettiği ve komple metinin içinden cımbızla çekilen meşhur cümlenin ilk etapta çeviri hatası olduğunu düşünmüştüm. Ancak orjinal metne baktığımda, bu sözlerin gayet doğru tercüme edildiği görünüyor: "Overall my thought on Wayne is that if for any reason we get an injury to Robin van Persie we are going to need him" Yani: "Wayne hakkında genel düşüncem şu ki, eğer Robin van Persie herhangi bir sebepten ötürü sakatlanacak olursa ona ihtiyacımız olacak."

Moyes'un Bangkok'ta yaptığı açıklamanın iletişim kazası olabileceği belirtildi ki, bu cümlenin hemen sonrasında söylediği "Wayne'in bu takımda çok önemli bir rolü olucak. Onu bir an önce, yakalaması gereken gol rakamlarına ulaştırmamız gerek" şeklindeki sözlerini de düşünürsek, bu teoriye doğruluk payı biçilebilir. Dediğim gibi meşhur olan kısmı, tüm açıklamanın içinden özellikle ayıklanıp medyanın servis etmesi sonucu gündem oldu. Tabii kurt kocayınca türlü türlü fırsatlar ortaya çıktı. Jose Mourinho meşhur mind games furyasının startını verdi Dünya Kupası öncesi zirve ülke takımları ile aralarındaki seviye farkının bariz olduğunu görüp, hala daha -napcaz netcez- diye düşünen İngilizlere  gönderme yaparcasına "Eğer Rooney takımında ikinci tercih olacaksa, Milli Takım da bundan etkilenecektir" şeklinde bir açıklama yaptı. Hey gidim. Sir Alex görevde olsa, tüm bu süreç bu denli public olur muydu, şu seviyelere gelinir miydi? Üşüyoruz.

Ancak olay tam olarak bu değil. Tanıdığımız Wayne Rooney, şu veya bu sebeple takımdaki rolü azalsa bile herşeyini sahaya veren ve pozisyonlar ötesi yetenekleri sayesinde, içerisinde bulunduğu takımın ilk 11'ine ismini banko yazdırabilen bir futbolcudur. Hani dedim ya, "bir yanı hala çocuk" diye. Bazı zihinsel özelliklerinin onu kırılganlaştırdığı, hatta --gereğinden çook fazla duygusal olacak ama-- tüm bu sorunların ardından "sevgiye muhtaç" hale getirdiği ve bu sebeple aksiyonlarının etkilendiği düşünülebilir. Ancak Rooney'nin "masumiyeti" üzerinden fikir yürütmemizi sağlayacak olan bir kredisi yok artık. İlk seferde hata olduğunu kabul ettik, ancak bu defa ne yaptığını tam olarak biliyor. Aptal'ı oynamanın anlamı yok.



Sonuç 

Değişimin daha iyi olacağını düşünmesi ve buna ihtiyaç duyduğunu hissetmesi, şu sıralar zihninde dönen ilk kavramlar olabilir Rooney'nin. Ancak madem mantık üzerinden gidiyoruz, biraz derin düşündüğümüzde Manchester United'ın onun için en iyi yer olduğunu, herhangi bir değişim zorunluluğu bulunmadığını ve bunu yaparsa pişman olacağını net biçimde görebiliriz. Şahsi tahminim, Wazza'nın da bu durumun idrakine varabilceği hatta idrakinde olduğu yönünde.

Yazının başında bunu yaptım, sonunda yapmakta da fayda var. Eğri oturup doğru konuşalım: Wayne Rooney, şu an gezegenimizdeki en iyi İngiliz oyuncu. Kendisini ülke dışından isteyen olmadığını ve ülke içindeki taliplilerinin kim olduğunu düşünürsek şunu söyleyebilirim ki: Rooney'i alan takım kağıt üzerine Premier Lig şampiyonluğunun en önemli adayı olur. Yaşanan onca olayın sonrasında giderse bile kendisini nefret ile anmak katiyen olmaz. Rooney'nin şimdiye dek United'a verdiklerini "Katkı" olarak tanımlamak düpedüz cahilliktir. Rooney yeri gelmiş bu takımı sırtında taşımış bir adamdır. Sıradan bir teşekkür kendisi için azdır.

van Persie Effect'in canlı şahidi olan ve Robin'in bitmek bilmeyen çılgın atışını çoşa çoşa seyreden United yönetiminin, Rooney'i şampiyonluk yarışı yaptığı rakiplerinden birine satmak istememesi de çok normal. Hatta bu durum, zamanla Rooney'i tekrardan düşünmeye sevkedebilir ve yeniden bir U dönüşü izleyebiliriz. Daha da ileri gideyim, şahsi tahminim %51 satılmayacağı yönünde. Ne olacağını elbette zaman göstericek.

Manchester United'da efsane olmak kolay iş değil. Sürekli var olması gereken en üst düzey performans ve durmaksızın yenilenmesi gereken bir kazanma arzusu... 5 yıl, 10 yıl, 15 hatta 20 yıl. İşe giderken 2 gün üst üste aynı kravatı takmaktan sıkılan bünyem için uzay seviyesinde zaman dilimleri... Herkes Ryan Giggs olamıyor.

Tekrar altını çizeyim: Wayne Rooney belki de futbol hayatının sonuna kadar takımda kalabilir. Şaşırtır, ama inanılmaz derecede bir sürpriz olmaz. United armalı formayı giydiği sürece, dribling halindeyken "Yürü be!" sini eksik etmem. Ama şahsi temennim; buruk gol sevinçleri yaşamadan, ukteli zaferler tatmadan, kendisini Swansea maçındaki liseli tripleriyle değil, Newcastle golünden sonra topu 2.kez içeri vuruşuyla hatırlamamızı sağlayacak olan ayrılığın bir an önce gerçekleşmesidir.

Dostlarıma gol haberini yazarken random harf tekrarı yapayım da çoşkumu daha bir belli edeyim diye adını Wwwwwwayne Rrrrrrooney! diye yazdığım adam, bugün sadece Wayne Rooney. O coşku bitti. Gitse de kalsa da farketmez. Everton maçında armayı öptüğü anı da, Swansea maçında takım gole sevinirken ki tavrını da ömrüm boyunca unutmam.

Git artık Wayne Rooney.


nihato
20.08.2013

Sünger Top ve Mutsuzluk Üzerine



6 yaşımda, ana okulu müsameresinde çayda çıra oynarken elimdeki mumla önümdeki kızın tülbentini yaktım; tüm organizasyonu karıştırdım. 7 yaşımda, babamın holden attığı uzun pasa hareketlendim, salon civarında sünger topumla buluştum ve plase yaparak oturma grubuna çizdiğim hayâli kaleye ilk golümü attım. Geçen çarşamba çekirdek yerken, avucumda biriktirdiklerimin arasında kabuksuz bir tanesine rastladım. Yedim...

Mutsuzluğu açıklayabilmek maksadıyla etrafa bakınıyorum. Hayata yön veren kuvvetin -Kelebek Etkisi- teorisinde saklı olduğunu okuduktan sonra, tüm yaşadıklarımı düşünerek ordan bir sonuca ulaşmak istedim ve yukarıdakilerden 9638 tanesini daha yazacağım bir taslak oluşturdum. Hani bazen, anlaşılmamak da ego'yu besler ya; sofistik bir şey karalayıp bu pencereden yoluma bakarım dedim kendime. Sonra gördüm; kaos - fuzzy logic - paradoks filan, uzuyo bu mevzu baya. Anladım ki, pek mutsuzluk gibi görünmeyen ama aslında öyle olan basit kavramlar üzerinden kendini ifade etmek daha kolay.

#Farkına varmak#

Bir takım olaylar yaşıyosun ve :
- Ölümün senin de başına geleceğinin,
- Öyle çok da mühim bir insan olmadığının,
- Sağlığın her zaman en önemli şey olduğunun,
- 26 yıldır doğru konuşmanın hiç bir halta yaramadığının,
- Zamanın hiç bir boka derman vermediğinin,
- Yalnızlığın; özel günlerde beraber olmak istediğin insanın terslikler yüzünden yanında olamaması değil, o insanın seninle olmak istememesi olduğunun
filan farkına varıyosun. Burası iyice kasış, geçiyorum. Hayat böyledir. Bazı şeyler sadece geceleri ve yalnızken anlaşılabilir. Farkına vardın = Mutsuzluk

#Geç kalmak#

" Okulu bitir - askere git - işe gir - evlen - çocuk yap " çizgisini kabullenmiş bir şekilde koşuyorken, sonlara doğru duraksayıp kendine zaman talep etmek de neyin nesi? Olimpiyatta 800 metre koşusuna katılıp, 650. metrede "1 dakka durun ama yaa" diyip cirit atmaya gitmek olur mu? Döngünü, sıralamanı, yönünü değiştirmeyi istemekte geciktin artık. Git dekatlon yap. Ne bileyim, modern pentatlon filan yap. Geç kaldın = Mutsuzluk

#Unutmak#

Ciddiyetini, kişiliğini ve karakterini, yaşadığın tecrübeler çerçevesinde oluşturuyosun. Hele hele 3 kuşaktır aristokrat sınıfa değil orta sınıfa ait olan biri isen, ne bileyim "Bon Jovi adamın adı mı grubun adı mı?" sorusunun cevabını doğuştan bilmiyorsan (ne alaka lan?) zevklerinin bir çoğu sonradan görmedir; ikinci el dir. Dolayısı ile zamana - modernizme uyum sağlamak, senin hayatın için unutma eylemi ile eş zamanlı hareket eder. Çünkü çocukluğundan beri kendin keşfetmişsindir ve öğrendiklerinle kendini yenilereken, diğer taraftan eski halini unutuyorsundur. 26 yaşına geldiğin bu günde, geçmişine ait olan ve yanlış olduğunu değerlendirdiğin x bir seçimin varsa oraya takılmak istemezsin, değiştirirsin ve eskisini bir süre sonra unutursun.

Basit olsun diye, görece alakasız yerden gideyim: Çocukluk yıllarında, annenin sana kızıp sinirlenişine : "annneeeeeeeeeaaaa!!!!" diye bağırıp ağlayarak karşılık vermiş birisin. Liseye kayıt olmaya giderken giydiğin ve sana 9 beden bol gelen turuncu Tommy t-shirt'ün, veya mezuniyet balosuna giderken yaptığın saçın, o dönem senin için en doğru tercihlerdi. Daha da önemlisi; benzer seviyede yanlış seçimleri 26 yaşından sonra yapan x bir kişiyi görsen, "30 yıl boyunca unutmayacağın bir salakla karşılaştığın" değerlendirmesinde bulunursun. Tüm bunları bizzat kendi geçmişinde yapmış olduğunu anımsadığında, dürüst şekilde "Aaaaa, o zamanlar ne kadar kamilmişim" diye itirafta bulunuyosan kendine; hiç merak etme. Unutmak istediğin, an itibariyle kendine yakışık görmediğin durumları-tercihleri değiştirip, eskilerini unutmuşsun. Yine unutabilirsin.

O halde, belki de en başta söylemem gerekeni ve işi mutsuzluğa bağlayan tarafı şimdi söyleyeyim: İnsan bir gün herkesi, her şeyi unutabilir. O kabiliyeti var. Sadece biraz yontması, güncel versiyona uyarlaması gerekiyor. ios 6.1. Peki insan bu yeteneğe sahip olsa da, bunu kolayca yapabiliyor mu?. Hayır. Çünkü her şey Tommy t-shirt gibi kumaş parçasından ibaret değil. Gönlün ve ruhun parçalarından söz ediyoruz. Unutabilme ve yeniye adapte olabilme yetisine sahip olduğunu bilmek, unutursam ve sonra hatırlarsam & unutursam ve yeniyi bulamazsam düşüncesine sahip olmak, o zaman mı hata ettim yoksa unutmaya çalışarak şimdi mi hata ediyorum ikileminde kalmak... Oyy ki oyy. Unuttun = Mutsuzluk

#Hatırlamak#

" 5 yıldır sabah erken kalkıyor olmama rağmen, öğlene kadar içimden atamadığım o sersemliğin sebebi ne? " diye düşünürken, cevabın "gördüğün rüyalar" olduğunu anlarsın ya. Unutmak için sığındığın rüyalar, uyandığında içini sızlatacak olan bissürü şeyi sana hatırlatır da, sen gidip -belki kaybettiklerimden bir parça bir şeyler bulurum- umuduyla kimi görsen o rüyaları anlatırsın ya. He işte. Astral seyahat bileti filan almadım. Yani kontrol bende değil. Ne oldu?

#Unutmak# başlığı altında detaya girdiğim için burayı kısa keseyim ve varmak istediğim noktaya hemen geleyim: Bir şeyleri hatırlamak için "süreç" gerekmiyor. Bir fotoğraf, bir şarkı, bir parfüm, bir mekan yetiyor. E baba hani unutuyoduk.. Hooop, saniyesinde gitti. Hatırladın = Mutsuzluk

#Kendini kandırmak#

Bu gezegende hiç bir inanış, master degree olsa bile hiç bir con-man veya hiç bir siyasi, kandırma eylemini insanın kendi kendinde uyguladığı kadar büyük bir başarı ile uygulayamaz. (Bu da siyasi geyik yapmıyor diyenlere kapak olsun)

- Unutmadım, - Geç kalmadım, -  Hatırlamadım, - Ne de olsa biliyorum, ileride uygularım filan... Yalan yok, bunlar gayet gerçekçi yargılar olabilir kimileri için. Ama bunları sadece ruhunu ikna etmek için kullanıyosan eğer; Kendini Kandırdın = Mutsuzluk

#Mutluluk#

-Öeeeh; Saçmalama be birader!- demeyin. Romain Gary'nin yazdığı "Onca Yoksulluk Varken" isimli romanda, Momo şöyle söyler : Mutluluk yokluğuyla bilinen bir merettir.

Hem maddi hem manevi olarak düşünün: İnsanoğlunun istekleri biter mi?. Bitmez. Peki sürekli olarak istemenin mutsuzluk getirdiği aşikâr değil mi? İsteğin gerçekleşse bile hemen sonra başka bir şey isteyeceksen ve bu durumun sonu gelmeyecekse... Yani bu dünyadaki mutluluk geçici değil midir arkadaş?

Daha da garibi, yaratılış gereği bu dünyada mutluluğu eline tutması zaten zor olan insan, az biraz yerinde de durmuyor. Sürekli bir yerleri, bir şeyleri dürtüyor. Herkes mutlu olursa, kendi mutluluğunun o derece anlamlı olmayacağını düşünüyor mesela bilinçaltında. Herkesin becerdiği şeyi kendinin beceremeyeceğinden korkuyor. Başarılı olabilmek&başarısını ifade edebilmek için ya da sadece kendini iyi hissedebilmek için birileri başarısız olsun, rutin bozulsun istiyor. Felix Baumgartner'ın atlayışı ile ilgili "Bi sorun çıksa, paraşüt filan açılmasa da heyecan yaşasak; ehi" diyen adam var lan. Nasıl mutlu kalıcaz biz böylesi bir dünyada?

Hayır adama mutluluğu veriyosun, ama o yine de duygu portföyünü genişletmek, başka şeyleri yaşamak istiyo. Bu uğurda; kendimi daha fazla üzeyim diye, sonra değil şimdi hissedeyim diye, bugüne dek yaşadığı sıkıntıları referans alıp ileride yaşayacağı sıkıntılar yaratıyor zihninde. Beni derinden etkilemeyecek küçük dersler alayım da; çıkarım yapayım, önerme sunayım, tespit kasayım... Eee paşam, duyguların çeşitlendi tamam, sonra ne oldu? Çoğaldığı için eski etkilerini kaybettiler sende, neredeyse yok oldu duyguların. En iyi ihtimalle, onları eskisi kadar iyi ifade edemez oldun sevdiğin insanlara karşı. "Doğru olanı düşünüyorum ve bunu davranışlarıma da yansıtıyorum ama, niye karşımdaki bana beklediğim gibi yaklaşmıyor? Neden anlatmaya çalıştığımı algılamıyor?" E dostum; "daha akıllı olayım-bir adım sonrasını düşüneyim- basitlikten uzak cümleler kurayım-doğal tepkimi saklayayım 2 değil 5 düşünüp öyle hareket edeyim- diye diye yalan ettin kendini. Fırsatın varken, tam yeri gelmişken ağlamadın mesela.. Tey gidim. Mutlu oldun = Mutsuzluk.

Öyle işte. "Felix'in çakılmasını isteyen adam" gibi uç örnekler hariç, bu hikayedeki ana kahraman bizzat benimdir. Hiç öyle -bay her şeyi bilen adam- değilim. Gayet gece saat 2 de aynaya baktığında "sanki yakışıklı mıyım neyim lan" diyip eliyle aynaya OK işareti yapan, ama işe gitmek için 5 saat sonra uyandığında neyin ne olduğunu tüm benliği ile anlayan normal bir adamım. Sakin olun, üstüme varmayın. Yazıyı beğenmediyseniz de ödemeli aramayın. Kontör yok.

İnternet için bir not: Bir anlığına içimde beliren kelimeleri, kaynağı belirsiz bir ego uğruna, bu hikayeden kendine pay çıkaranların bile 2 dakika sonra kedili video paylaşabileceği internet ortamına yazarak, yaşadığım dünya adına 100 üzerinden 0.4 puanlık önem arz eden bu hikayeyi de iyice değersiz kıldım.

Neyse. Her şey sinirsel her şey..

nihato
05.02.2013